LEPRA ve LEPRA ÇALIŞMALARINDAN ÖĞRENDİKLERİM
Prof. Dr. Ayşe Yüksel
Lepra, daha doğrusu “Cüzzam” kelimesi ile lise çağlarında okuduğum “Kelebek” romanında karşılaşmıştım.
Sıcak kahve fincanını masaya geri bıraktığında, cüzzamlı hastanın parmakları da fincanın üzerinde yapışıp kalıyordu. İnanılmazdı!

Türkiye’de bilinen lepralı sayısı o yıllarda 4000 kadardı. Ama bilinenin üstünde olma ihtimali de hep vardı. Gerçek sayıya ulaşmak, var olan hastaları yaşadıkları ortamda aileleri ile değerlendirmek amacıyla başlattığımız alan çalışmalarının başlangıç yeri Van İli’nin Bahçesaray Beldesi idi.
İstanbul Tıp Fakültesi’nde gönüllü öğrencilerle birlikte iki hafta boyunca köy köy dolaşıp herkesi muayene ederek lepra taraması gerçekleştirmiştik. Yeni bulduğumuz tanılara çocuklar gibi sevinmiştik, çünkü erken tanı ile onlar tedavi olacaklar sakat kalmayacaklardı. Bu çalışma bizim için de çok öğretici idi. Ülkemizi, halkımızı tanımış, güzel yönleri ile birlikte sorunlarını da görmüş çözüm önerileri geliştirebilmeyi öğrenmeye başlamıştık, sanki bir okul gibi. Van Bahçesaray ile başlayan lepra çalışmaları diğer illerde de yıllar boyu devam etti. Bizler, hem sağlıkçı olarak görevimizi keyifle yapıyor, hem ülkemizin coğrafi ve tarihi güzelliklerini öğreniyor hem de halkımızı, insanımızı tanıyorduk. Yıllar içinde hep öğreniyor ve kendimizi geliştiriyorduk.
İstanbul Lepra Hastanesi’nde çalışan herkes o olumlu ortamdan hemen etkileniyor, düşünen, planlayan ve üreten birey olarak ekip içinde yer alıyordu. Bilimsel, akademik ve sosyal yaşam hep iç içe idi. Lepra Hastanesi’ndeki çalışmalarımızın yanı sıra çoğumuz yüksek lisans, doktora yapıyorduk. Aynı anda çok yönlü gelişebiliyorduk. Hem lepra hastalığını ülkemizde yok etmiş hem de hastalarımızın hak ettikleri sosyal tıp anlayışı içinde tedavi olmalarını, kendilerini geliştirmelerini sağlamıştık. Bizler ülkemizdeki bütün hastalarımızı, aile bireylerini, yaşadıkları koşulları sorunlarını, güzelliklerini neredeyse tek tek biliyorduk, büyük bir aile idik. Bu aile aslında uluslararası bir aile dünyanın değişik ülkelerindeki lepralılar ve bu konuda çalışanlarla iletişim kurabiliyor, çok şey paylaşabiliyorsun. Yıllar önce lepra çalışmaları nedeniyle tanıdığım ama uzun zamandır haber alamadığım bir arkadaşımdan bugün bir mail aldım; inanamadım beni aramış bulmuş iletişim kurmuştu. İşte lepra ile çalışmak böyle bir şey.
Yirmi yıl boyunca severek görev yaptığım lepra merkezinden, 2001 yılında, ülkemizin en doğusunda hizmet verebilmek için ayrıldım. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi oldum. Üç yıldır da rektör yardımcılığı görevim var. Burada da ilk günden itibaren bu çevrede yaşayan iyileşmiş lepralı hastalarımız ile iletişimim sürüyor, onların sorunlarına çözüm olmaya çalışıyorum. Böylece lepra ile bağlantım hep sürüyor, lepra hastanesine ziyarete gittiğimde, bahçe kapısından girdiğim andan itibaren bu mekanda geçirdiğim 20 yıl gözümün önünden geçiyor, buranın benim yuvam olduğunu hissediyorum.
Ben Ayşe Yüksel, Prof. Dr. Türkan Saylan’dan, onunla birlikte çalıştığım lepra konusundan, oradaki ekipten hem çok etkilendim hem de çok şey öğrendim. Bu anlamda çok ama çok şanslıyım. Benim gelişmemde, yetişmemde emeği olan bu güzel insana, arkadaşlarıma minnettarım.
SAĞOLSUNLAR